22 Aralık 2016 Perşembe

Hükmü Veren Allah

“Kesin inanan (ve bilen) bir toplum için, hükmü Allah’tan daha güzel olan kim vardır! ( Maide Suresi / 50.ayet )”
          Hayatımız hakkında tek tasarruf sahibi bizmişiz gibi büyük bir gafletle yaşıyoruz. Bu gaflet bizi umutsuzluğa, mutsuzluğa ve çıkmaza sürüklüyor. Hâlbuki hayatı yaratan, bizi yaratan Rabbin mutlak hüküm veren olduğu gerçeği ile yaşasak başımıza gelen her (ne olursa olsun) olaya karşı daha sağlam durabileceğiz. Umudumuz ve mutluluğumuz daim olacak bu şekilde. Aldığımız her nefes O’nun izniyleyken bizler yaşadığımız her olaya (olumlu-olumsuz) dünyevi ve fani sebepler bulup kendimizi çıkmaza sokuyoruz. Bizzat yaşadığım bir olayla anlatayım bunu;
           “Allah bana bu dünyada sahip olunabilecek en güzel serveti, anneliği nasip etti yakın bir zamanda. Zorlu, imtihan dolu bir süreç geçirdim. Her günüm evladımı kaybetme korkusuyla geçti diyebilirim. Kendi üzerime düşen tüm vazifeleri yerine getirmeye çalıştım. Beslenmeme ve sağlığıma özen gösterdim vs. Bir süre sonra doktor tehlikenin geçtiğini ve artık rahat olabileceğimi söyledi. Buna rağmen her an dikkatliydim. Bir yandan da planlar yapıyor, ufak ufak hazırlıklar yapıyordum. Ama hiç beklemediğim bir anda evladım, yavrum (Hasan Benna’m) geldi dünyaya, tatil için Aksaray’a gittiğimiz günün sabahında. Onu, dört gün sonra ilk gördüğümde, bir oyuncak bebek kadardı. Bir küvezde borularla yaşam mücadelesi veriyordu. Rabbim oğluma on iki günlük bir dünya hayatı takdir etti. Ve, onu cennetine aldı bizi beklemek üzere (Cennet kuşu oldu)”.
            Velhasıl-ı kelam ben Rabbimin hükmüdür deyip, acımla, imtihanımla, razı olmuşken olanlara, insanların söylemleri daha çok yaraladı beni. Oysa hükmü veren Allah’tı. Benim elimde değildi oğlumun doğumu ve ölümü. Zaten hangi anne ister ki aylarca sabırla beklediği evladının ölmesini. İnsanlarsa doğuma da ölüme de bahaneler aradı. Beni dahi suçladılar. Üzüldüm insanların düştüğü gaflete. Hayatımız Allah’ın elindeyken, hüküm veren, planların üstünde plan kuran Rabbimizken nasıl olur da insanlar sebepler sunar bize!
             Bizler hayal kurar, planlar yapar ve bu yolda elimizden gelen her şeyi yapar, çaba sarf ederiz ama sonuç Allah’ın hükmüyledir. Başka bir deyişle “Biz seferden sorumluyuz, zaferden değil”. Hamdolsun ki Rabbim bu olayı da benim için zafer eyledi. Cennette benden biri var, beni bekleyen. Zaten inananlar için kaybetmek yoktur. Sabır ve kazanmak vardır.
               Bu hayatımızın her anında geçerli olan bir gerçek.  Yaratan ve her şeyin sahibi olan Allah kulları için hüküm koyar ve o hüküm en hayırlı olandır şüphesiz. Bizler kul olarak bunu unutmamalıyız. “Kahrın da hoş lütfun da” diyebilenlerden olmalıyız.
               Allah’ın çaba sarf eden ve sabreden kullarına her sonucu nasıl da hayırlı kıldığını görebilenlere ne mutlu… Rabbim kul olduğunu her an hatırda tutan ve bu cihette yaşayan kullarından eylesin bizleri.

                 Rabbinden razı olan ve Rabbinin de razı olduğu kullardan olmak duası ile…

Şikayeti Şikayet

“Onlara sabretmelerinden ötürü mükâfatları iki defa verilecektir.” (Kasas Suresi/54)
           Sosyal medyada ve çevremde bir süredir dikkatimi çeken bir şey var ki bununla hayatımızı tükettiğimizi fark ettim. Şikâyet ediyoruz! Her şeyden şikâyet ediyor ve sürekli memnuniyetsiz tavırlar sergiliyoruz. Esen/esmeyen rüzgârdan, yağan yağmurdan, açan güneşten şikâyet ediyoruz. Çocukların yaramazlıklarından, anne-babalarımızın bizi anlamamasından şikâyet ediyoruz. Hatta artık sosyal medyada beğenilmemekten ve takipçi azlığından şikâyet ediyoruz. Kısacası hayatımıza dair her konuda şikâyetçiyiz. Bu durumda insanın aklına bir sürü soru takılmıyor değil. Neden bu kadar çok şikâyet ediyoruz? Neyi, kime şikâyet ediyoruz? Bunca şeyden şikâyet ederken ne istiyoruz? Her şey dört dörtlük olsa dahi yine şikayet edecek bir şey bulur muyuz?…
          Peki ya cevaplar?
          Burası dünya! İlk olarak bunu gerçek manada görüp anlayalım. Yani cennette değiliz, bu sebeple de şikâyetlerimiz çoğu kez yersiz ve gereksiz oluyor. Ayrıca bizler şikâyet ettiğimiz meselenin hakkımızda hayr mı şerr mi olduğunu bilmezken neden memnuniyetsizlik gösteriyoruz bu kadar? Yaz aylarında sıcaktan şikâyet ederiz, sonbaharda da yağmurdan. Peki, neden, hangi gerekçeyle? Çünkü verilen nimetlerin çoğu kez sadece soğuk yüzüne bakmayı tercih ediyoruz. Yazın sıcaktan şikâyet ederiz ama piknik keyfi yapmaktan da geri durmayız mesela. Ya da sonbaharda yağmurdan şikâyet ederiz ama o yağmurla yetişen meyve-sebzeleri de ağız tadıyla yeriz. Dedim ya nimetlerin sadece zahmet kısmı olan soğuk yüzlerine bakıyoruz oysa rahmet olan sıcak yüzleri de var ve biz bunlara şikâyetimiz kadar şükretmiyoruz. (Yunus Suresi 12. ayeti hatırlayalım.) Çocukları biraz hareketli olan anne-babalar çocuklarının yaramazlıklarını şikâyet ede ede bitiremezler örneğin. Çocuklarından bir türlü memnun olmazlar. İşte orada şu soru takılmalı insanın aklına; insanoğluna dünyadaki cennet olan çocuk ve ahirette cennet bileti olabilecek bir çocuk nasip olmuşken neyinden şikâyet ediyoruz? İnsan kendi yetiştirdiğinden şikâyet edip eş-dosta onu kötülüyorsa dönüp kendini hesaba çekmelidir ve düşünmelidir. Acaba bu çocuk benden memnun mu ki ben şikâyetlerimi yığın haline getiriyorum? Bu durum eşler arasında da böyledir.  Bu konuda bir sürü örnek verilebilir, şikâyet ettiklerimizi anlatmaya devam edebiliriz ama bununla kaybedecek zamanımız yok.
         İnsanız, dayanmakta zorlanıyor olabiliriz, evet ama Müslümanız aynı zamanda. Aciziz, yükümüzü taşıyamayacak hale gelebiliriz, evet ama Rabbimiz var bizim. Evet, yorulduk ama ahiret var. Dünya dinlenme ve sefahat meydanı değil. Dünya yorulma ve çile meydanı. Ahirette dinlenmek, sefa sürmek için çile çekilecek yerdir dünya.(Beled Suresi 4. ayeti hatırlayalım.)
            Hz. Hüseyin(ra)’e atfedilen bir söz var. Ne zaman şikâyet edecek olursak kulağımıza küpe olsun;  “Uğradığın dertlerden mahlûka şikayeti kes! Merhametliyi merhametsize şikâyet etmiş olursun.”  Ne de güzel özetlemiş Rasullullah(sav)’ın çiçeği güzel şehit. Evet, mesele bu aslında. Hayatımız Rabbimizin elindeyken, her şeyi yaratan Rahman-Rahim olan Allah iken biz neyi, neden, kime şikâyet ediyoruz? Hayr mı şerr mi bilmeden…
            İmanımız, Rabbimize güvenimiz işte bu küçük görünen meselelerde kendini gösteriyor. Küçük görüp de umursamadığımız konularda yeniliyoruz aslında. Ashabı hatırlayalım. Ne zorluklar içinde kaldılar da şikâyet etmediler. Sabredip her hale hamd ettiler. Rabb’e sığındılar. Bizler ne yaşadık, ne zorluk çektik ki onlardan daha çok şikâyet hakkı bulduk kendimizde.

              Şimdi silkelenip tefekkür edelim ve şikâyet ettiğimiz şeylere hamd ve şükretmeyi öğrenelim. İşte bunu başardığımız zaman ne kadar zor olursa olsun her imtihandan zaferle çıkmayı da başarabileceğiz. Şikâyet ederken şikâyetlerimizin imanımızı, Rabbimize güvenimizi (Rabbimizden razı olma halimizi) zedelediğini unutmayalım. Bizi yaratan, merhametiyle kuşatan Rabb’e dönelim, O’na sığınalım. Şu ayeti de müjde bilelim kendimize; “ Yalnızca sabredenlerin mükâfatları hesapsız ödenecektir.”(Zümer Suresi/10)

12 Aralık 2016 Pazartesi

Okumak Yetmez, Daha Fazla Okumalıyız!

          Okumak! Ne demek bu, önce onu anlayalım.Neyi, ne için,nasıl okumalıyız? Okumak denince bir çoğumuzun aklıma muhtemelen kitap,dergi vb. geldi. Lakin okumak yalnızca bunlar değil. Kainat, her gün yeniden doğan güneş,yağan yağmur,toprak ve suyun muazzamlığı,bir çocuğun minicik parmakları,eşinizin gözleri,annenizin sevgisi,babanızın soluğu,bir kedinin yavrusunu taşıması ve çok daha fazlası;okunması gerekenler,'okunmalı' olanlardır. Eğer gerçek manada okumayı becerebilirsek bize bir su damlası dahi paragraflarca bir yazıyı ve belki de çok daha fazlasını sunacaktır.
         Hangi işi yaparsak yapalım ciddi ve kazanç sağlayan bir sonuç elde etmek istiyorsak;o işi ne için yaptığımızı, kim için yaptığımızı bilmeli ve şuurlu bir şekilde yol almalıyız.Aynı zamanda her işte olduğu gibi okumak eyleminde de mutlaka bir plan yapmak,kategorize etmek, işin nasılını bilmek gerekiyor.
         Kainatı ve hayatımızın her anını bir farkındalıkla okumalı ve bu okumalar üzerine tefekkür etmeliyiz.Okumayı salt okuma halinden öteye taşımalıyız.Okuduğumuz her ne olursa olsun (faydasız, ahlaka aykırı,gereksiz olanlar hariç), okunanda hakikati aramak ve o hakikate yol almak gayesini taşımalıyız. Allah'ın insanları evvela kulluk için yarattığı gerçeği apaçık ortadayken bu kulluğu her şeyin ardına itmek ya da her zaman daha iyisini yapmaya gayret etmemek en büyük kaybımız olacaktır.Bu sebeple okuduklarımızı Rabb'in rıza ve hikmetini arayarak okumalıyız. Daha kaliteli bir insan, daha iyi bir kul olmak için okumalıyız. Dünya nereye savurursa oraya savrulan bir yaprak olmak yerine kanat çırpışlarıyla rüzgara yön verenlerden olmak için okumalıyız. Yaşadığımız dünyayı ve bizden sonrakilere bırakacağımız dünyayı güzelleştirmek için okumalıyız. Nefsimiz ya da dünya menfaatlerimiz için değil bilakis ruhumuz  ve sonsuzluk alemindeki kazançlarımız için okumalıyız. Şuurla, hissiyatla okumalıyız. Sadece bakan değil, gören ve farkına varan biri olmamız gerektiği gibi sadece okumuş olmak için değil; fakına varmak için, hissetmek için, yaşamak için okumalıyız.
         Okuyup da bilgi hamallığı yapmak değil amacımız, olmamalı, olamaz da. Okuyup hakikatle şuurlanmalı,o şuurla yaşamalı ve o hakikati anlatmalıyız.Bununla ilgili şöyle bir örnek verebiliriz;
bir insan düşünün. Eline ne kadar para geçerse biriktiriyor, biriktiriyor, biriktiriyor ama hiç harcamıyor,kimseye vermiyor yalnızca yastığının altına diziyor.Bu paraların o insana ve çevresine hiçbir yararı olmayacağı gibi üstüne bir sürü de zararı olacaktır.Gün geçtikçe para,sahibini yalnızca kendisini düşünür hale getirecek,etrafında olan insanların hiçbir derdine merhem olmayacak ve belki de bir zaman sonra kullanımdan kalkacak,çöp olup gidecektir. Yahut o insanın dünya hayatı son bulacak parayı yanında götüremeyecektir. Sadece okumak da buna benzer. Evvela okumayı öğreneceğiz.Ruhumuzla,yüreğimizle okumayı öğreneceğiz. Okuyacağız,okuyacağız,okuyacağız ta ki yenilen nefsimiz olsun,şeytan olsun,kötülük olsun.Bir yandan da anlatacağız ki okuduklarımız çürüyüp giden bilgiler yığını haline gelmesin.Ayrıca yaşayacağız ki bilgi yüklü merkep olmayalım.
         Kainatı okuyacağız, hakikate götürecek ne varsa daha fazla okuyacağız. Evlatlarımıza ,eşe-dosta, herkese anlatacağız.(Burada ince bir çizgiye dikkat etmemiz gerek. Tüm bunları yaparken kibre kapılmadan yapmalıyız.Bilginin nefsimizi yüceltmesine değil mütevaziliğe erdirmesine ve ruhumuzu olgunlaştırmasına gayret etmeliyiz.) Hakkı,hakikati okuyup anlayıp yaşayacağız ki bugünümüze de geleceğimize de sahip çıkabilelim.
          Ne okuyacağımıza gelince;
         Öncelikle Kur'an'a ve hadislere daha fazla zaman ayırmalı, defaatle okumalıyız. İlmihal (yani yaşadığımız hayatın fıkhı) devamlı olarak okumamız gereken önemli kaynaklardan olmalıdır. Tarihi okumalı,hakikatiyle bilmeliyiz ki evlatlarımızı da ona göre yetiştirebilelim.Yanlışa düşmemeleri,zulme boyun eğmemeleri için ne yapacağımızı bilelim.Şiiri,güzel konuşmayı sağlayacak şeyleri okumalıyız ki sözü nasıl kullanacağımızı,kendi kalbimize,ailemize ve diğer insanlara nasıl tebliğ yapacağımızı bilelim.
         Zor bir işten bahsetmiyoruz aslında ama nefsimize yeniliyor,dünya meşgalelerine çok dalıyoruz.Yapacağımız şey; devamlılıkla,samimi bir şekilde yolda yürümek.Böyle bir hal üzre olana ilahi yardım zaten yetişecektir. Rabb'imizden faydalı ilim ve salih amel isteyelim.Bizlere güzel anlayış,feraset,basiret bağışlamasını ve yardımını dileyelim.

BİZ,MAHREMİYET VE ÇOCUKLARIMIZ

Mahremiyetin giderek azaldığı, hayanın neredeyse mumla arandığı bir zamana geldik. Bu durum müslümanlığımız adına utanacağımız ve düzelmesi ...